"Yazmanın
en ilginç sürprizlerinden birisi size kendinizin ve çevrenizin
durumunu farklı zamanlarda, umulmadık açılardan
gösterebilmesidir."
"Geçmiş
Yazılardan İzler" başlığıyla aktardığım yazıların ilk
grubunu tanıtmaya bu sözlerle başlamıştım. (1)
Çeşitli
konuların arasında dünyayı anlamanın zorluğundan söz etmiştim:
“Günümüzde
yaşam çok hızlı akıyor. Durup düşünecek, ne oluyor diye
bakacak zaman yok. Öyle çok ayrıntı var, bunlar da öyle çok
kanaldan gelip dağılıyor ki aralarında sıkışıp kalmak, ana
konuyu unutuvermek işten bile değil."
Sanatın
farklı bir boyut getirebileceğini, kendimizi bir anda erişilmez
görünenin içinde bulabileceğimizi söylemiştim:
"Hepimizin
bildiği sözcükler sanki bir büyüyle bir araya gelip bambaşka
dünyaların kapısını aralar. Hepimizin bir zamanlar karaladığı
çizgiler düş kahramanlarına can verip uçarlar. Müzik
derslerinde tanımak için ter döktüğümüz notalar içimizi
coşkuyla ya da ince bir hüzünle doldururlar."
Sözünü
ettiğim yazılar, yıllar önce "Neler oluyor?" sorusu
için seçtiğim konular ve aradığım yanıtlardan doğmuştu.
Dünya, Türkiye, ekonomi, bilim, teknoloji, sanat, sevgi. Bu
sözcüklerin açtığı kapılardan çıkmış, açılan yollarda
dolaşarak bir yön bulmaya çalışmıştım.
"Neler
oluyor?" için harcadığım çaba nasıl yanıtlar verebildi,
bilmiyorum. Ama sanırım hiç değilse sorulması gereken bazı
soruları taşıyabildi.
Bilim
ve teknolojinin yaşamda sandığımızdan çok daha az yeri olduğunu
gördüm. Evimizde, işimizde, cebimizde gelişmiş aygıtların
bulunması bunların topluma ve geleceğe yeterince katkı yaptığı
anlamına gelmiyor. Gelişmiş ve mutlu bir toplum için insanların
da değişmesi, yenilikleri amacına uygun kullanabilmesi gerekiyor.
Yeni
iletişim olanaklarıyla, yazılanların artık daha farklı bir
yeri, biçimi ve anlamı olduğuna kuşku yok. Bilgi ve düşünce
parçacıkları anlık olarak üretiliyor, zaman ve mekândan
bağımsız bir biçimde çıktığı kişiden ayrılıp dolaşıma
giriyor, yine herhangi bir zaman ve mekânda anlamlı olacak
metinlere dönüşüyor, boşlukta bir yerlerde asılı kalıp
birinin görmesini, anlamasını bekliyor.
Gerçek
bir dünyada yaşıyoruz. En gelişmiş sistemleri kullanıp olup
bitenlerden anlık haber alıyoruz. Gördüklerimizi
paylaşabiliyoruz, birimizin gördüğünü artık herkes anında
görebiliyor. Gerçeklik duygusunu yakaladığımız, bu hızlı akan
dünyadan yansıyanlara güvenebileceğimizi söyleyebilir miyiz?
Galiba
aksine yiten bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
En
çarpıcı, en inanılmaz, en isyan ettirici haberler bile sessiz bir
tembellikle okunuyor. Düşünmeye, anlamaya, bir terslik varsa
yanlışları düzeltmek için küçük bir adım bile atmaya gerek
duyulmuyor. İletişim kazanının içine gelen bilgileri karıştırıp
kaynatıyoruz. Yaşamla buluşturamıyoruz.
....
Yeni
yaşam biçimimiz bize tat veriyor mu?
Sözlük
tat için dört tanım vermiş:
"1.
Kimi cisimlerin tat alma organı üstünde bıraktığı duyum.
2.
Tatlılık: Bu helvanın tadı az.
3.
Hoşa giden durum, lezzet, zevk: Bu kitapta tat bulamadım. “Tok
karınla uyunan uykunun tadı bir başka oluyordu.” -O. Kemal.
4.
mec. Ruhsal ya da estetik yönden hoşa giden durum, zevk."
Bunlar
arasında farklılıklar olsa da, sonuçta ortak bir yanları var.
İster yediğimiz bir çikolatanın, ister söylediğimiz bir sözün
beğenilmesinin, ister tuttuğumuz takımın ya da desteklediğimiz
partinin kazanmasının etkisiyle olsun, hepsi benzer bir rahatlama,
mutluluk veriyor.
Yediklerimiz
içtiklerimiz yanında, gördüklerimiz, dinlediklerimiz,
dokunduklarımız da bize değişik tatlar yaşatıyor. Bazılarını
yüceltiyor, bazılarını aşağılıyor, yasa ve ahlak dışı
buluyoruz. Oysa sonuçta hepsi de insan beyni içinde buluşup
algılanıyorlar. Niçin bazıları yüce ve soylu, bazıları
sıradan ve aşağılık olarak tanımlanıyor? Bu ayrımı yapan
doğa mı, insan mı? Birey mi, toplum mu? Beyin duyumuz (2) nasıl
biçimleniyor?
Hızlı
bir değişim sürecinin içine girdik, geçiş dönemindeyiz.
Tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar fazla bilgiyle karşılaşıyor,
daha da önemlisi bunları her an daha fazla kişiyle
paylaşabiliyoruz. Ortak aklın bundan etkilenmemesi olanaksız.
Belki de bugün yaşadığımız sorunların önemli bir bölümü,
bu yeniliklerin getireceği ortamda kendilerine bir yer
bulamayacaklarından korkanların umutsuz saldırganlığından
kaynaklanıyor.
....
Toplumda
düzeyler nasıl belirlenir?
Yine
sözlüğe bakacak olursak bu kez iki tanım buluruz:
"1.
Bir yüzeyin ya da bir noktanın göreceli yüksekliği ve o
yükseklikten geçtiği varsayılan düzlem, °seviye: Barajın su
düzeyi ilkbaharda yükseliyor.
2.
mec. Bir nesnenin ya da kimsenin başka nesnelere ya da kimselere
göre olan değer ve yücelik derecesi, °seviye: “Doğrusu çok
ilkel bir hayat düzeyindeyiz.” -F. Otyam. Zorunlu eğitimin sekiz
yıla çıkarılmasıyla, eğitim düzeyimiz yükselecek."
Düzeysiz
için "Niteliksiz, değeri düşük" deniyor, düzeyli de
"Nitelikli ve değerli."
Bir
toplumun düzeyi nasıl ölçülür, ya farklı katmanların
durumları? Nasıl bir dağılım gözlenebilir?
Doğa,
bize dağılımın biçiminin bir çana benzediğini söylüyor.
Normal dağılım eğrisinin biraz karışık açıklamaları,
hesapları var. (3) Basit bir örnek olarak çan şeklinde bir dağ
olduğunu düşünün. Herkes altlara erişebilir, yükseldikçe sayı
düşer, zirveye pek azı ulaşabilir.
Çan
eğrisi dağılımına göre herkesin erişebildiği bir yer var. Bir
de bulunduğu konumla varmak istediği, ulaşmaya çalıştığı
hedef arasındaki fark. Günümüzdeki aşırı rekabet kişileri çok
zorluyor. Kendilerinden ve çevrelerinden hoşnut olmamalarına yol
açıyor.
Belirli
bir zamanda ve yerde yaşayanların da böyle bir dağılımları
vardır. Bir okulda, işyerinde, mahallede, kentte, köyde
bulunanlardan oluşan bir grupta bu çan görülebilir.
Türkiye'de
düşsel bir yolculuk tasarlasak, bölgeleri özenle seçip
belirlesek, yirmi yıl öncesiyle bugünkü durumlarını
karşılaştırsak, geçmişin çocuklarının ve gençlerinin şimdi
nerede olduklarına baksak, bugünkü gençlerin ve çocukların
yirmi yıl öncekilerden farklarını anlamaya çalışsak... Her
birinde neler görürüz? Hedeflerine varmışlar mıdır? Geleceğe
güvenle bakmakta mıdırlar?
Gerçekliği
yitirdik mi? İletişimin gücüyle hızla el değiştiren kaynaklar
artık elle tutulabilecek varlıklar olmaktan çıktı mı? Toprak ve
gökyüzü, deniz ve ağaçlar, karaların güzel canlıları ve
balıklar ve kuşlar anlamını yitirdi mi? Ekran koruyucuları
kaplayıp sonsuza dek dönüp durmaya çalışan görüntülerden
farkları kalmadı mı?
Artık
elimizde kalan yalnızca bir "yiten gerçeklik" mi? Doğayla
tüm bağlarımız koptu mu? Dünyanın girdiği bu yolda varlığımız
sona ermese bile, yaşamdan tat alabilme becerimizi koruyabilir
miyiz?
1.
Mehmet Arat, Geçmiş yazılardan izler 1,
http://blog.milliyet.com.tr/gecmis-yazilardan-izler-1/Blog/?BlogNo=358427
2.
Mehmet Arat, Beyin Duyusu,
http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazar-arsivi/183-mehmet-arat-kaleminden-beyin-duyusu.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder