18 Eylül 2015 Cuma

Yiten Gerçeklik


"Yazmanın en ilginç sürprizlerinden birisi size kendinizin ve çevrenizin durumunu farklı zamanlarda, umulmadık açılardan gösterebilmesidir."

"Geçmiş Yazılardan İzler" başlığıyla aktardığım yazıların ilk grubunu tanıtmaya bu sözlerle başlamıştım. (1)

Çeşitli konuların arasında dünyayı anlamanın zorluğundan söz etmiştim:

Günümüzde yaşam çok hızlı akıyor. Durup düşünecek, ne oluyor diye bakacak zaman yok. Öyle çok ayrıntı var, bunlar da öyle çok kanaldan gelip dağılıyor ki aralarında sıkışıp kalmak, ana konuyu unutuvermek işten bile değil."

Sanatın farklı bir boyut getirebileceğini, kendimizi bir anda erişilmez görünenin içinde bulabileceğimizi söylemiştim:

"Hepimizin bildiği sözcükler sanki bir büyüyle bir araya gelip bambaşka dünyaların kapısını aralar. Hepimizin bir zamanlar karaladığı çizgiler düş kahramanlarına can verip uçarlar. Müzik derslerinde tanımak için ter döktüğümüz notalar içimizi coşkuyla ya da ince bir hüzünle doldururlar."

Sözünü ettiğim yazılar, yıllar önce "Neler oluyor?" sorusu için seçtiğim konular ve aradığım yanıtlardan doğmuştu. Dünya, Türkiye, ekonomi, bilim, teknoloji, sanat, sevgi. Bu sözcüklerin açtığı kapılardan çıkmış, açılan yollarda dolaşarak bir yön bulmaya çalışmıştım.

"Neler oluyor?" için harcadığım çaba nasıl yanıtlar verebildi, bilmiyorum. Ama sanırım hiç değilse sorulması gereken bazı soruları taşıyabildi.

Bilim ve teknolojinin yaşamda sandığımızdan çok daha az yeri olduğunu gördüm. Evimizde, işimizde, cebimizde gelişmiş aygıtların bulunması bunların topluma ve geleceğe yeterince katkı yaptığı anlamına gelmiyor. Gelişmiş ve mutlu bir toplum için insanların da değişmesi, yenilikleri amacına uygun kullanabilmesi gerekiyor.

Yeni iletişim olanaklarıyla, yazılanların artık daha farklı bir yeri, biçimi ve anlamı olduğuna kuşku yok. Bilgi ve düşünce parçacıkları anlık olarak üretiliyor, zaman ve mekândan bağımsız bir biçimde çıktığı kişiden ayrılıp dolaşıma giriyor, yine herhangi bir zaman ve mekânda anlamlı olacak metinlere dönüşüyor, boşlukta bir yerlerde asılı kalıp birinin görmesini, anlamasını bekliyor.

Gerçek bir dünyada yaşıyoruz. En gelişmiş sistemleri kullanıp olup bitenlerden anlık haber alıyoruz. Gördüklerimizi paylaşabiliyoruz, birimizin gördüğünü artık herkes anında görebiliyor. Gerçeklik duygusunu yakaladığımız, bu hızlı akan dünyadan yansıyanlara güvenebileceğimizi söyleyebilir miyiz?

Galiba aksine yiten bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

En çarpıcı, en inanılmaz, en isyan ettirici haberler bile sessiz bir tembellikle okunuyor. Düşünmeye, anlamaya, bir terslik varsa yanlışları düzeltmek için küçük bir adım bile atmaya gerek duyulmuyor. İletişim kazanının içine gelen bilgileri karıştırıp kaynatıyoruz. Yaşamla buluşturamıyoruz.

....



Yeni yaşam biçimimiz bize tat veriyor mu?

Sözlük tat için dört tanım vermiş:

"1. Kimi cisimlerin tat alma organı üstünde bıraktığı duyum.
2. Tatlılık: Bu helvanın tadı az.
3. Hoşa giden durum, lezzet, zevk: Bu kitapta tat bulamadım. “Tok karınla uyunan uykunun tadı bir başka oluyordu.” -O. Kemal.
4. mec. Ruhsal ya da estetik yönden hoşa giden durum, zevk."

Bunlar arasında farklılıklar olsa da, sonuçta ortak bir yanları var. İster yediğimiz bir çikolatanın, ister söylediğimiz bir sözün beğenilmesinin, ister tuttuğumuz takımın ya da desteklediğimiz partinin kazanmasının etkisiyle olsun, hepsi benzer bir rahatlama, mutluluk veriyor.

Yediklerimiz içtiklerimiz yanında, gördüklerimiz, dinlediklerimiz, dokunduklarımız da bize değişik tatlar yaşatıyor. Bazılarını yüceltiyor, bazılarını aşağılıyor, yasa ve ahlak dışı buluyoruz. Oysa sonuçta hepsi de insan beyni içinde buluşup algılanıyorlar. Niçin bazıları yüce ve soylu, bazıları sıradan ve aşağılık olarak tanımlanıyor? Bu ayrımı yapan doğa mı, insan mı? Birey mi, toplum mu? Beyin duyumuz (2) nasıl biçimleniyor?

Hızlı bir değişim sürecinin içine girdik, geçiş dönemindeyiz. Tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar fazla bilgiyle karşılaşıyor, daha da önemlisi bunları her an daha fazla kişiyle paylaşabiliyoruz. Ortak aklın bundan etkilenmemesi olanaksız. Belki de bugün yaşadığımız sorunların önemli bir bölümü, bu yeniliklerin getireceği ortamda kendilerine bir yer bulamayacaklarından korkanların umutsuz saldırganlığından kaynaklanıyor.

....


Toplumda düzeyler nasıl belirlenir?

Yine sözlüğe bakacak olursak bu kez iki tanım buluruz:

"1. Bir yüzeyin ya da bir noktanın göreceli yüksekliği ve o yükseklikten geçtiği varsayılan düzlem, °seviye: Barajın su düzeyi ilkbaharda yükseliyor.
2. mec. Bir nesnenin ya da kimsenin başka nesnelere ya da kimselere göre olan değer ve yücelik derecesi, °seviye: “Doğrusu çok ilkel bir hayat düzeyindeyiz.” -F. Otyam. Zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılmasıyla, eğitim düzeyimiz yükselecek."

Düzeysiz için "Niteliksiz, değeri düşük" deniyor, düzeyli de "Nitelikli ve değerli."

Bir toplumun düzeyi nasıl ölçülür, ya farklı katmanların durumları? Nasıl bir dağılım gözlenebilir?

Doğa, bize dağılımın biçiminin bir çana benzediğini söylüyor. Normal dağılım eğrisinin biraz karışık açıklamaları, hesapları var. (3) Basit bir örnek olarak çan şeklinde bir dağ olduğunu düşünün. Herkes altlara erişebilir, yükseldikçe sayı düşer, zirveye pek azı ulaşabilir.



Çan eğrisi dağılımına göre herkesin erişebildiği bir yer var. Bir de bulunduğu konumla varmak istediği, ulaşmaya çalıştığı hedef arasındaki fark. Günümüzdeki aşırı rekabet kişileri çok zorluyor. Kendilerinden ve çevrelerinden hoşnut olmamalarına yol açıyor.

Belirli bir zamanda ve yerde yaşayanların da böyle bir dağılımları vardır. Bir okulda, işyerinde, mahallede, kentte, köyde bulunanlardan oluşan bir grupta bu çan görülebilir.

Türkiye'de düşsel bir yolculuk tasarlasak, bölgeleri özenle seçip belirlesek, yirmi yıl öncesiyle bugünkü durumlarını karşılaştırsak, geçmişin çocuklarının ve gençlerinin şimdi nerede olduklarına baksak, bugünkü gençlerin ve çocukların yirmi yıl öncekilerden farklarını anlamaya çalışsak... Her birinde neler görürüz? Hedeflerine varmışlar mıdır? Geleceğe güvenle bakmakta mıdırlar?

Gerçekliği yitirdik mi? İletişimin gücüyle hızla el değiştiren kaynaklar artık elle tutulabilecek varlıklar olmaktan çıktı mı? Toprak ve gökyüzü, deniz ve ağaçlar, karaların güzel canlıları ve balıklar ve kuşlar anlamını yitirdi mi? Ekran koruyucuları kaplayıp sonsuza dek dönüp durmaya çalışan görüntülerden farkları kalmadı mı?

Artık elimizde kalan yalnızca bir "yiten gerçeklik" mi? Doğayla tüm bağlarımız koptu mu? Dünyanın girdiği bu yolda varlığımız sona ermese bile, yaşamdan tat alabilme becerimizi koruyabilir miyiz?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder