Bir
süredir İlyada'yla yatıp İlyada'yla kalkıyorum. Geçmişin
gizemlerine açılan büyülü bir kapı, bugünü anlamanın
şaşırtıcı bir yolu gibi yaşamıma girdi. Büyük bir hayranlık
ve mutluluk duydum.
Yaşadığımız
topraklar şanslı topraklar. Büyük bir tarih ve kültür
hazinesinin üzerinde duruyoruz. Bu topraklarda yaşayan insanlar da
şanslılar. Ama en azından çoğu, şimdilik bunun pek farkında
görünmüyor.
Kendilerinin
hiçbir suçu yok. Dünyaya sonsuza dek yönetebileceğini sanan dar
görüşlü insanların çizdiği katı sınırların içinde tutsak
kalmışlar. Umutlarını ve dostluğun sıcaklığını unutup
nefrete dayalı bir yarışın yoksul kuklalarına dönüşmüşler.
İnsanların
çoğu yalnızlığa ve yokluğa gömülmüş yaşıyor, bir günü
daha geçirmelerine yardım edecek en küçük bir eli minnetle
karşılıyor, içinde bir öfke duysa bile boyun eğip bağlanıyor.
Oysa
yalnızca geçmişin öyküleri içtenlikle paylaşılsa,
farklılıklara hoşgörüyle yaklaşılıp anlaşmanın yolları
bulunsa, insanlığın acılarla kazandığı çağdaş kurallar
bizim de tartışılmaz gerçeklerimiz olsa yeter.
Anadolu'nun
uzak dağlarından, boğazların serin sularından geçip Avrupa'ya
açılan bu topraklar, uygarlığın özlenen bir cenneti olabilir.
....
İlyada,
Homeros'un edebiyat klasiklerinin başında yer alan destanı.
Troya,
bugünkü Çanakkale yakınlarındaki antik bir kent.
Argos,
Yunanistan'da, uzun bir tarihi olan bir başka kent.
Destanın
bir yanında Argos ve Mykene kralı Agamemnon var.
Diğer
yanında Troya kralı Priamos.
İlyada,
iki kralın kendi çevrelerinde birleştirdiği halkların
yaşamlarını ve ordularının savaşını anlatıyor. Okuyucuları
geçmişin dünyasında inanılmaz bir yolculuğa çıkarıyor. (1,
2, 3)
Destanın
bir yerinde Aleksandros'la Menelaos, Helene için dövüşmeye
hazırlanıyorlar:
"Aleksandros'la
Menelaos, Ares'in sevdiği,
vuruşacaklar
kargılarıyla, bu kadın için.
Kim
üstün gelir kazanırsa zaferi,
alacak
bütün malını, kadını götürecek evine.
Ant
içecek, dost olacak ötekiler de.
Biz
toprağı bereketli Troya'da kalacağız,
onlar
da at besleyen Argos'a dönecekler,
güzel
kadınlı Akha topraklarına."
Argoslularla
Troyalıların savaşına, onları kışkırtıp savaşma gücü
veren tanrılar da katılıyorlar. Zeus'tan aldıkları izinle yola
koyuluyorlar:
"Tanrıçalar,
Argoslulara yardım için can atarak
ürkek
güvercinler gibi gidiyorlardı seke seke.
Gelip
durdular en çok yiğit nerede varsa.
Kral
Diomedes'in çevresini sarmıştı yiğitler,
çiğ
et yiyen arslanlar gibiydi onlar,
güçlü
yabandomuzları gibiydiler."
"Utanın
Argoslular, utanın be,
görünüşte
alımlı, gösterişlisiniz ama
aşağılık,
korkak heriflersiniz gerçekte.
Tanrısal
Akhilleus savaştayken, Troyalılar,
çıkamazdı
Dardanos kapılarından dışarı,
ödleri
kopardı onun amansız kargısından.
Şimdiyse
çıkmışlar kentin dışına,
koca
karınlı gemilerin yanında savaşmadalar."
Tanrıçaların
destek verdiği Argoslularla Troyalılar çarpışırken savaş
tanrısı Ares bile yaralanıyor. Pallas Athene'nin yönelttiği
kargı onu karnından vuruyor, korkunç bir çığlık atıyor:
"Ares
kavgasına tutuşmuş dokuz on bin kişi,
savaşta
nasıl bağırır çağırırsa,
tunç
Ares de öyle bağırdı.
Akhalarla
Troyalıları yakaladı bir titreme."
Destanda
yalnız savaş değil, yaşam da var. Troyalı Kralı Priamos'un oğlu
Hektor'un Helene'yle konuşması anlatılırken yaşadığı ev de
betimleniyor:
"Kadınlar
yalvarırken büyük Zeus'un kızına,
Hektor,
Aleksandros'un güzel evine yürüdü.
Bereketli
Troya'nın en iyi ustalarıyla
Aleksandros'un
kendisi yapmıştı bu evi.
Ustalar,
oturma ve yatak odaları,
bir
de avlu yapmışlardı Paris'e.
Priamos'la
Hektor'unkilerin tam yanıbaşındaydı.
Zeus'un
sevdiği Hektor girdi eve,
on
bir dirsek boyunda kargısı elindeydi,
tunç
temren dolanmıştı altın bir halkayla,
önünde
dörtbir yana ışıklar saçıyordu.
Yatak
odasında buldu Paris'i,
güzel
kalkanını, zırhını parlatıyordu,
yokluyordu
kıvrık yayını.
Argos'lu
Helene, köle kadınların ortasında oturmuştu,
ince
el işleri yaptırıyordu hizmetçilere."
....
Bu
topraklardaki zengin tarih, insan yaşamının ve düşüncesinin
geçmişini anlatmakla kalmaz, gösterir, eski kentlerde gezinerek
onları yaşamayı ve kavramayı sağlar.
Homeros'un
öyküsünde birleştirmenin gücü, bölünmenin acıları görülür.
Bilim ve inanç ilişkisinin hangi yollardan geçtiği
araştırılabilir. Saygı ve bağlılık, toplum ve birey, savaş ve
barış irdelenebilir. Argos'ta ve Troya'da birleşenlerin
yaklaşımları, benzer öykülerin tarih boyunca geçirdiği
değişimi anlamak için sonu gelmez bir kaynak sağlayabilir.
Yaşadığı
toprağı savunan Troyalılarla onu ele geçirmeye çalışan
Akhalar, İlyada'da karşı karşıyadırlar. Akhalar Troyalıların
kentini kuşatmıştır, bunun nedeni Paris'in Menelaos'un karısı
Helene'yi Troya'ya getirmesi olarak gösterilir. Troyalılar
kendilerini savunmak için Akhalara karşı koyar ama üstün
geldikçe surlarından çıkıp onların gemilerini ele geçirmeye
çalışmaktan da geri kalmaz.
Azra
Erhat, Akhaların kuşatmasındaki nedenin Helene olarak
gösterildiğini, ancak gerçekte savaşın bir çapulculuk seferi
olduğunu, Akhaların o dönemde Anadolu'da bulunan zengin kaynaklar
nedeniyle bölge krallıklarını toplayıp gemileriyle geldiğini
söyler.
Tarih
benzer biçimde yazılmış bu öykülerle doludur.
Akhalar
saldırıyor, Troyalılar yaşadıkları toprakları savunuyorlar.
Sonra kentlerinden çıkıyor, Akhalara saldırıyorlar. Bu kez
Akhalar gemilerini korumak için dövüşüyorlar. Akhilleus ve
Hektor'un öyküsü iki bin beş yüz yıl önce yaşanmış.
Artık
anlaşmanın daha uygar yollarını bulmanın, bu kavgaların
bitmesinin zamanı gelmedi mi?
1.
Mehmet Arat, Kitap Arkası: İlyada,
http://www.facebook.com/mehmetarat2000x
2.
Mehmet Arat, Kitap Arkası: İlyada,
http://kitapdili.blogspot.com.tr/2014/03/homerossozlu-edebiyat-gelenegini.html
3.
Mehmet Arat, Taipidos'un Öfkesi,
http://blog.milliyet.com.tr/taipidos-un-ofkesi/Blog/?BlogNo=454907&ref=fblike
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder