Başlık
benim değil. Rastlantıyla gördüğüm bir kitabın adı. (1)
"Beyin
Duyusu: Duyuların ve Çevremizdeki Dünyayı Nasıl İşlediğimizin
Bilimi."
Aslında
bu yazının biçimi de, içeriği de bir anlamda benim değil.
Kitabın yazarının sunuşunun çevirisi ve yönlendirmesiyle ortaya
çıkan bir metin.
Çok
düşündüğüm için mi, bilgisayarlarla gereğinden fazla
uğraştığım için mi bilmiyorum, kitap hemen ilgimi çekti.
Önsözünün
başlığı "Bilime Aşık Olmak".
Şöyle
başlıyor: "Bilime ilk ne zaman aşık olduğumu bilmiyorum ama
ölüm bizi ayırana dek dediğim günü hatırlıyorum."
Yazar
üniversitede ekoloji öğrenimi görürken eski bir madenle ilgili
çalışmada yer alıyor. Ahududu çalılıklarında veri
topluyorlar. Bilgileri grafiklere aktarıyorlar. Eksenler, noktalar,
kümeler ve çizgilerdeki sayılar, çevrede bulunan ahududu
çalılarının dağılımı madenin gizli tarihini açığa
çıkarıyor. Ekoloji sözcüğünün henüz evlere girmemiş olduğu
bir dönemde çizdikleri o çubuklar, noktalar, çizgiler ve eğriler
madenin elli yıllık tarihini yansıtıyor. Bölgede nasıl
çalışıldığını, ne zaman terk edildiğini, madenin asit
drenajının en fazla ne zaman kirlettiğini ve doğanın kendini
korumak için bölgeyi ahududularla sarmaya çabaladığını açığa
çıkarıyor.
Bilgilerin
boyadığı resim yazara sanat müzelerindeki başyapıtlardan bile
çok daha güzel görünüyor.
O
günden sonra asla kariyer seçimini sorgulamıyor. Biçimi ne olursa
olsun bilimde karar kılıyor.
1990'lı
yılların başlarında okuduğu bir cümle dikkatini çekiyor.
Nörobilimci Richard Restak'ın yazdığı "İnsan beyni bilinen
evrende kendini anlamak için bir arayışa giren tek organdır"
değerlendirmesi.
"Bilim
burada işte" diyor kendi kendine. "Kandan ve dokulardan
yapılmış bir organ kendi çalışma şeklini anlamaya kalkışıyor."
Bu
konudaki kaynakların arasına dalarak "Beyninizin Kendisiyle
İlgili Sorduğu ve Yanıt Bulamadığı 101 Soru... Şimdiye kadar
bulamadığı" adında bir kitap yazıyor. Çalışma başarılı
oluyor, 1999'da Bilimde Gelişme için Amerikan Birliği'nden en iyi
kitap ödülü alıyor.
Ama
yazar yüz bir sorunun buzdağının yalnızca ucu olduğunu
söylüyor. Soru sordukça daha çok okuyup öğreniyor, daha da çok
bilmek istiyor. Beyin ve duyular arasındaki ilişkiler onu
büyülüyor. Kitabın adı bu yüzden "Beyin Duyusu"
oluyor.
Konuyla
ilgili pek çok uzmanlık alanı var.
Nörologlar
çevresel ve merkezi sinir sisteminin etkileşimini inceliyor.
Beyin
haritacıları beynin belirli işlevleri düzenleyen bölgelerinin ve
bu bölgeleri birbirine bağlayan sinir ağlarının şekillerini
çiziyor.
Biyokimyacılar
kimyasal duyuların etkilerini başlatan moleküler alıcıları
araştırıyor.
Biyofizikçiler
ışık ve ses dalgalarının nasıl kendilerini duygusal
algılamalara çevirebildiğini sorguluyor.
Doktor
ve cerrahlar duyular ve beyinle ilgili hastalıkların tedavisini
arıyorlar.
Mühendisler
ve biyomekanikçiler prostetiklerden sanal gerçeklik simülatörlerine
uzanan aygıtlar yapıyorlar.
Kavramsal
psikologlar nasıl öğrendiğimizi anlamaya çalışıyorlar.
Davranış
psikologları yaptıklarımızı niçin yaptığımızı açıklamayı
umuyorlar.
Klinik
psikologlar duyusal algı kaybının zihinsel, sosyal ve duygusal
etkilerini iyileştirmeye çalışıyorlar.
Kitap
alışılmış biçimde düzenlenmiş, temel konular ana başlıklar
altında toplanmış. Beş temel duyunun her biri için ayrı
bölümler var. Dokunma, koku alma, tatma, görme ve duyma.
Yazar
kitaba dokunmayla başlamasının nedenini duyuların arasında en az
değer verilen, ama kendisince belki de en önemlisi olması olarak
belirtiyor.
Kimyasal
duyular benzer biçimlerde çalıştıkları için daha sonra tatma
ve koku alma duyularını inceliyor.
Ardından
en çok inandığımız, ama en az güvenebileceğimiz görme ve
işitme geliyor.
Duyulardan
her biri için ilgili bölüme algılama yetenekleri azalmış ya da
yok olmuş sıradan kişilerle ilgili öyküler katılmış. Ayrıca
konuyla ilgili bilimsel araştırmaların son durumunun olabildiğince
yer almasına çalışılmış. Beyin duyusuyla ilgili yapılmakta
olan çok fazla çalışma varmış. Yazar bu alanın genişliğini
ve etkileyiciliğini yansıtmasını umarak örneklere yer vermiş.
İki
konu kitap boyunca tekrarlanıyormuş.
Birincisi
beynin plastikliği (biçimlendirilebilir olması). Beyin yaşam
boyunca değişiyormuş. Önceleri yetişkin beyninin ileri
yaşlardaki bozulma dışında sabit ve değişmez olduğu
sanılırken, son dönem çalışmaları bunun yanlışlığını
göstermiş. Beyin kendini sürekli olarak yeniden
biçimlendiriyormuş. Kendi yapısını düzenliyor, bazı bölümleri
zarar görür ya da kaybolursa buradaki işler için yeni devrelere
görev veriyormuş. Anılar bile akla her gelişlerinde yeniden
yaratılıyormuş. Beynin plastikliğinin duyularımızın,
bilinçliliğimizin ve insan olmanın özünün anlaşılması için
küçümsenemeyecek bir önemi varmış.
Yazarın
sözünü ettiği diğer konu ise tartışılabilir gerçeklik. Ya da
gerçeklik duygusunun göreceli, yoruma açık olması olarak
anlaşılabilir.
"Duyularımıza
inanırız, bize çevremizdeki dünyayla ilgili nesnel, tam ve kesin
bilgi sağladıklarına güveniriz. Oysa yanılırız. Beyinlerimiz,
her girdiyi beklentilerimize, hayal ettiklerimize ve dilediklerimize
göre biçimlendirerek kendi gerçeğini inşa eder. Beyinlerimizin
kendi akılları vardır. Işık dalgalarını istedikleri
görüntülere, ses dalgalarını gürültüyle müzik arasında
değişen kalıplara dönüştürürler. Dokunma duyumuz yumuşaktır,
değişkendir, arıtılabilir, istenen biçimi alabilir. Neyi
tadacağımıza ya da neyi koklayacağımıza inanıyorsak onu tadar
ya da koklarız. Tam olarak eşit bir çevrede bile siz ve ben ne
aynı şeyleri görür, işitir, tadar, dokunur ya da koklarız; ne
de duyularımızın topladığı bu bilgilerden aynı sonuçları
çıkarırız. Kişisel dünyalarımız, duyularımızın topladığı
ham malzemeleri, yapım süreci sırasında önemli ölçüde
değiştirilen ham bilgileri işleyerek beyinlerimizin inşa ettiği
yapılardır."
Tartışılabilir
gerçeklik düşüncesine verilen önem nedeniyle kitabın sonuna
"Büyük Beşin Ötesinde" başlıklı bir bölüm konmuş.
Beş duyunun kapsamlarına girmeyen, gözden kaçırılamayacak
ölçüde karmaşık olan diğer duyulara, ya da duyusal deneyimlere
yer verilmiş. Örnekler sıralanmış.
Sinestezi
adı verilen duyuların karışması olgusu.
Dejavu
denen bir olayı önceden yaşamış olma duygusu.
Ampütasyonlu
kişilerin sık sık yaşadığı gerçek dışı algılar ya da
ağrılar, olağandışı denebilecek duyusal algılar.
Birçoğumuzun
düşündüğünden çok daha hassas bir şekilde beden saatiyle
tutulan beynin zaman kavramı.
Yazar
beyin ve duyularla ilgili çok fazla bilgisi olan kişiler kadar az
bilenlerin de kitabı okumasını umduğunu söylemiş. Konuya ilgi
duyup kavramlara yabancı olanlar için bir de ek hazırlamış.
Nörobilim konusunda kısa bir özet vererek kitapta kullanılan
terim ve kavramların çoğunu açıklayan ve kitapta tartışılan
beyin bölgelerinin yerlerini gösteren şekiller içeren "Beyin
ve Sinir Sistemi" başlıklı bir bölüm eklemiş.
Kitabın
birçok yanı olduğunu söylüyor.
Bilimden
ve yaşamından öğrendiklerini yansıttığı için bir anlamda
yazarın anılarına da yer vermiş.
On
yıl önce nasıl sorulacağı bile bilinmeyen soruların yanıtlarını
bulmak için akıllıca deneyler tasarlayan başarılı bilim
adamlarının çalışmalarını yansıtmış.
Gerçek
bilim insanlarının soruların yanıtlarını ararken nasıl
çalıştıklarını anlatabilmek için onların yaşam öykülerine
değinmiş.
Bir
yanıyla herkes için gerekli bir ders kitabıymış, duyularımızın
nasıl çalıştığı hepimiz için önemli olduğundan.
Bir
yanıyla tarihmiş, geçmişte nerede olduğumuzu bilmezsek gitmekte
olduğumuz yerin değerini anlayamayacağımızdan.
Bir
gazeteymiş, son dakika gelişmelerine, manşete çıkan günlük
öykülere yer verdiğinden.
Seyahat
notlarıymış, Washington, Minnesota, Michigan ve Massachusettes'te
çalışan nörobilimcileri ziyaret ederken kendisiyle gelmenizi
istediği için.
Kişisel
tanıtım dosyalarına yer veriyormuş, tanıdığı bilim insanları
ilginç çalışmalar yapan, tam ve anlamlı yaşayan, merak
uyandırıcı kişiler olduğundan. Okuyucuların da onları
kendisinin gördüğü gibi görmesini istiyormuş. Anlaşılmaz,
tuhaf yaratıklar değil, kendi uzmanlık alanlarındaki böğürtlen
çalılıklarında çalışırken bilgi arayışında başarıya
ulaşan sıcak, esprili, katılımcı varlıklar olarak.
"Hepsinden
önemlisi, bu kitap yürekliliğe ve öykülerini benimle paylaşan
kusursuz insanlara ödenen bir vergidir" diyor yazar.
Gemisi
Antarktika'da battığında ölümle yüzleşen tur rehberi.
Beyni
zarar görünce koku duyusunu yitiren kuaför.
Mastektomi
sonrasında memelerini hissetmeye devam eden kadın.
İşitme
engelli doğup koklear implant taşıyan genç şair.
Renklerde
harfler gören sinestezili.
Telefon
hatlarının mühendisliğini yapan ve kulağının içindeki
sesleri, tinnitusunu unutan elektronik dahisi.
Dokunma
duyusu olmadan doğmuş genç çocuk ve tüm başardıklarında onu
tam ve koşulsuz olarak sevip destekleyen anne.
"Son
olarak, bu kitap bilime ve bilim insanlarına yazılmış bir aşk
mektubudur. Tüm yaşamım boyunca bilimle evli kaldım. Sorularla,
yöntemlerle ve bilimsel araştırmanın sonuçlarıyla büyülenişim
hiç eksilmedi. Bilim görmenin, bilmenin, anlamanın tek yolu
değildir, ama benim kalbimi kazanmış olandır. Gelin ve yaşamımın
aşkıyla tanışın."
Giriş
bölümünü böyle sonlandırıyor yazar. Yaklaşımının ve
yansıttığı gerçeklik algısının beni çok etkilediğini
söylemeliyim.
Yazıyı
bir öykümden (2) söz ederek bitireyim. "Anılar"
yazılımının yeni sürümüne geçen Met ile Merilia'nın
yaşadıkları ilginç deneyin konuyla ilgisi olduğu düşünülebilir.
Sanırım bu öykülerimin arkası gelecek. Düşüncelerimizin ve
aklımızın nerelere gidebileceğini gerçek yaşamda bilemiyoruz.
Belki de geleceği artık sanal ortamdaki düşsel kahramanlar
belirleyecek. Kuşkusuz arkalarındaki akılların katkısıyla.
(1)
Brynie, Faith Hickman, Brain Sense : The Science of the Senses and
How We Process the World Around Us, AMACOM Books, 2009.
Yazıda
kitabın giriş bölümünden yararlanılmıştır.
(2)
Mehmet Arat, Yitirdiğim Anılar,
http://blog.milliyet.com.tr/yitirdigim-anilar/Blog/?BlogNo=351792,
2012.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder