18 Eylül 2015 Cuma

Can Madenciliği ve Sözün Sonu


İki yıldan fazla bir süre önce can madenciliğinden (1) söz ettiğimde, kuşkusuz bir gün Soma'da böyle büyük bir acı yaşanacağını ve İnternet'in Özgür Ansiklopedisi'nde yer alacağını bilemezdim. Kaç milyara ulaştığını bilemediğimiz sayfaların arkasında gerçek yaşamlar olduğunun unutulmaması gerektiğini söylemiştim.

Sözcüklerin kayıtsız dili olayı şöyle özetliyor: "13 Mayıs 2014'te Türkiye'nin Manisa ilinin Soma ilçesindeki kömür madeninde çıkan yangın nedeniyle çok sayıda madencinin ölümüyle sonuçlanan facia. 301 işçinin yaşamını yitirmesine sebep olan olay, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en çok can kaybı ile sonuçlanan iş ve madencilik kazası olarak kayıtlara geçti." (2)

Keşke gerçekten bir 21. yüzyıl ülkesi olabilsek, "bir göçükte toprak ve taş yığınının içinde sıkışıp kalmış işçileri çıkarabilmek kadar soylu bir davranış" olmayacağını söylediğim bu can madenciliğini yalnızca sayfaların arasında, insanları ve düşüncelerini anlamak için yapabilseydik.



Oysa ne büyük bir acı yaşadık. Can madenciliğinin çaresizliğe teslim olmuş gerçek işçilerle, 19. yüzyıl standartlarıyla değerlendirilen gerçek madenlerde, yalnızca çıkara odaklanmış karanlık anlaşmalarla, insanların değerinin kullanılan makineler kadar bile olamadığı koşullarda yapılmakta olduğunu gördük.



Daha da inanılmazı, önce acıyla başlarını önlerine eğmesi, sonra utanç içinde özür dilemesi gereken yetkililerin üzüntü ve çaresizlik içinde ağıtlar yakan zavallı insanların üzerine, herhangi bir protesto gösterisini bastırır gibi gidebilmesini şaşkınlıkla izledik. Böyle zamanlarda konuşmak istemiyorum. Sözün sonu geliyor. Sözcükler anlamını yitiriyor. Kör ve sağır bir kalabalığın içinde yapayalnız kaldığımızı, kimsenin karşısındakini görüp duymadığını düşünüyorum.


....

Kuşkusuz tüm bunlar gerçek anlamda iletişim kurulamamasından kaynaklanıyor.

"Sözün Sonu" önce "Sözcüklerin Sonu" ile başlıyor. Bildiğimiz sözcükler, kitaplar anlamını yitiriyor. Ne çok kitap yayınlanıyor, daha çoğu yayınlanamıyor. İnternet'te ne çok yazı, yapıt dolaşıyor. Söyleyecek ne çok sözü var insanların. Dinleyen, dinleyecek pek yok, kalmıyor.

Bir an gelecek, yalnızca kendimiz için mi yazacağız? Sesimizi duyan kimse kalmayacak mı? Sözcüklere dökülen düşüncelerimizin, duygularımızın başkaları için hiçbir anlamı olmayacak mı? Kendi sözlerimiz arasında yapayalnız yaşayıp sözlerimizle birlikte mi bir gün karanlıklara mı gömüleceğiz?

....

Olup bitenleri, görünenlerin arkasındakileri anlamak kolay değil.

İpucu paranın izini sürmekte.

Belirli bir geçmişi irdelemek için de, bugünü anlamak içinde de yapılması gereken bu. Paranın izini sürmek. Gerçeği arayanlara ancak bu yol gösterebilir. 20. yüzyıl başlarından beri bu topraklara gelen, burada yürütülen politikalarla ekonomik sistemde yer alan, dağıtılan, kullanılanı toplanan paranın yolu gizli gerçekleri anlatıyor. Varılan nokta açık. Çaresizlik içinde tek sermayeleri olan canlarını tehlikeye atarak yaşamlarını sürdürmeye çalışanların aldığı yoksulluk ücretlerine karşılık, güvenlik yatırımlarından bile kısarak daha fazla güç ve zenginlik için birleşen güçlülerin her geçen gün büyüyen pastası.

21. yüzyılda Türkiye'de yaşayan güzel insanlar bunu hak etmiyor. Yaşama değer verip insana saygı gösteren bir yönetim anlayışıyla ekonomide, çalışanların emeklerinin karşılığını alacağı, toplumun tüm kesimlerinin yaşamını sürdürebileceği, hakların ve özgürlüklerin güvence altına alınacağı koşulların sağlanması gerekiyor.

Son dönemde yaşanan gelişmeler ne yazık ki önemli olumsuzluklar içeriyor. Yolsuzluk iddialarının toplumun tüm kesimlerinin güven duyacağı bir şeffaflıkla soruşturulmaması, kamu harcamalarının denetiminin sağlıklı yapılmaması istenmeyen sonuçları olacak bir çürümenin kalıcılaşmasına neden olabilir. Bunu önlemenin yolu insan hakları ve hukuk ilkelerinde birleşmekten, özgürlükten ve
şeffaflıktan yana olmaktan geçiyor.

....

Çok okuyan mı, çok gezen mi bilir?

İnternet'te gezen mi, telefonuna haberleri kısa mesaj olarak alan mı çok bilir?

Gündemi akıllı telefonuna indirdiği uygulamalarla izleyen mi, tabletinde oluşturduğu ağla tüm dünyanın sesini dinleyen mi daha çok bilir?

Günümüzde teknoloji ve ulaşımın ulaştığı noktayla dünya algımız, bilgi sistemleri, sanal gerçeklik ve siber iletişim kavramları yeni anlamlar kazandı.

Dünyanın her yerini gezmek artık daha kolay. Okuyarak bilginin derinliklerine inebiliyorduk. Şimdi herhangi bir bölgenin özelliklerini anlık fotoğraf, etkileşimli video ve üç boyutlu modellerle orada yaşar gibi izleyebiliyoruz. Teknoloji geliştikçe belki yeni boyutlar eklenecek. Sıcaklığı, kokuyu, hareketi, denge ve ağırlığı bulunduğumuz yerlerden hissedebileceğiz.

Gelişmeler öylesine hızlı ki iletişim aygıtlarımız her geçen gün beklenmedik yeni özellikler kazanıyor. Bir zamanlar bulunduğumuz yerle sınırlı olan algılarımız, farklı kanallardan sürekli gelen bilgilerle artık sürekli besleniyor. Bunların hepsinin, içeriği ve biçimi ne olursa olsun gelen tüm bilgilerin sonuçta birleştiği yer olan bireyin beyninde kişisel beyin duyusu (3) oluşuyor. Kişisel beyin duyusu bireyin kendini, çevresini, toplumu ve dünyayı nasıl algıladığını belirliyor. Bunların
birleştiği toplumsal yaşamda bütünleşen algılar toplamı da düşünce sistemlerini yansıtıyor.

Sanırım bu bilgi yağmurunda sormamız gereken şu: "Kendimizi, yakın çevremizi, yaşadığımız bölgeyi, dünyayı, gitmekte ve gelmekte olanları yeterince görebiliyor, anlayabiliyor muyuz? Beyin duyumuz doğru çalışıyor mu?"





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder