İki
yıldan fazla bir süre önce can madenciliğinden (1) söz
ettiğimde, kuşkusuz bir gün Soma'da böyle büyük bir acı
yaşanacağını ve İnternet'in Özgür Ansiklopedisi'nde yer
alacağını bilemezdim. Kaç milyara ulaştığını bilemediğimiz
sayfaların arkasında gerçek yaşamlar olduğunun unutulmaması
gerektiğini söylemiştim.
Sözcüklerin
kayıtsız dili olayı şöyle özetliyor: "13 Mayıs 2014'te
Türkiye'nin Manisa ilinin Soma ilçesindeki kömür madeninde çıkan
yangın nedeniyle çok sayıda madencinin ölümüyle sonuçlanan
facia. 301 işçinin yaşamını yitirmesine sebep olan olay, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin en çok can kaybı ile sonuçlanan iş ve
madencilik kazası olarak kayıtlara geçti." (2)
Keşke
gerçekten bir 21. yüzyıl ülkesi olabilsek, "bir göçükte
toprak ve taş yığınının içinde sıkışıp kalmış işçileri
çıkarabilmek kadar soylu bir davranış" olmayacağını
söylediğim bu can madenciliğini yalnızca sayfaların arasında,
insanları ve düşüncelerini anlamak için yapabilseydik.
Oysa
ne büyük bir acı yaşadık. Can madenciliğinin çaresizliğe
teslim olmuş gerçek işçilerle, 19. yüzyıl standartlarıyla
değerlendirilen gerçek madenlerde, yalnızca çıkara odaklanmış
karanlık anlaşmalarla, insanların değerinin kullanılan makineler
kadar bile olamadığı koşullarda yapılmakta olduğunu gördük.
Daha
da inanılmazı, önce acıyla başlarını önlerine eğmesi, sonra
utanç içinde özür dilemesi gereken yetkililerin üzüntü ve
çaresizlik içinde ağıtlar yakan zavallı insanların üzerine,
herhangi bir protesto gösterisini bastırır gibi gidebilmesini
şaşkınlıkla izledik. Böyle zamanlarda konuşmak istemiyorum.
Sözün sonu geliyor. Sözcükler anlamını yitiriyor. Kör ve sağır
bir kalabalığın içinde yapayalnız kaldığımızı, kimsenin
karşısındakini görüp duymadığını düşünüyorum.
....
Kuşkusuz
tüm bunlar gerçek anlamda iletişim kurulamamasından
kaynaklanıyor.
"Sözün
Sonu" önce "Sözcüklerin Sonu" ile başlıyor.
Bildiğimiz sözcükler, kitaplar anlamını yitiriyor. Ne çok kitap
yayınlanıyor, daha çoğu yayınlanamıyor. İnternet'te ne çok
yazı, yapıt dolaşıyor. Söyleyecek ne çok sözü var insanların.
Dinleyen, dinleyecek pek yok, kalmıyor.
Bir
an gelecek, yalnızca kendimiz için mi yazacağız? Sesimizi duyan
kimse kalmayacak mı? Sözcüklere dökülen düşüncelerimizin,
duygularımızın başkaları için hiçbir anlamı olmayacak mı?
Kendi sözlerimiz arasında yapayalnız yaşayıp sözlerimizle
birlikte mi bir gün karanlıklara mı gömüleceğiz?
....
Olup
bitenleri, görünenlerin arkasındakileri anlamak kolay değil.
İpucu
paranın izini sürmekte.
Belirli
bir geçmişi irdelemek için de, bugünü anlamak içinde de
yapılması gereken bu. Paranın izini sürmek. Gerçeği arayanlara
ancak bu yol gösterebilir. 20. yüzyıl başlarından beri bu
topraklara gelen, burada yürütülen politikalarla ekonomik sistemde
yer alan, dağıtılan, kullanılanı toplanan paranın yolu gizli
gerçekleri anlatıyor. Varılan nokta açık. Çaresizlik içinde
tek sermayeleri olan canlarını tehlikeye atarak yaşamlarını
sürdürmeye çalışanların aldığı yoksulluk ücretlerine
karşılık, güvenlik yatırımlarından bile kısarak daha fazla
güç ve zenginlik için birleşen güçlülerin her geçen gün
büyüyen pastası.
21.
yüzyılda Türkiye'de yaşayan güzel insanlar bunu hak etmiyor.
Yaşama değer verip insana saygı gösteren bir yönetim anlayışıyla
ekonomide, çalışanların emeklerinin karşılığını alacağı,
toplumun tüm kesimlerinin yaşamını sürdürebileceği, hakların
ve özgürlüklerin güvence altına alınacağı koşulların
sağlanması gerekiyor.
Son
dönemde yaşanan gelişmeler ne yazık ki önemli olumsuzluklar
içeriyor. Yolsuzluk iddialarının toplumun tüm kesimlerinin güven
duyacağı bir şeffaflıkla soruşturulmaması, kamu harcamalarının
denetiminin sağlıklı yapılmaması istenmeyen sonuçları olacak
bir çürümenin kalıcılaşmasına neden olabilir. Bunu önlemenin
yolu insan hakları ve hukuk ilkelerinde birleşmekten, özgürlükten
ve
şeffaflıktan
yana olmaktan geçiyor.
....
Çok
okuyan mı, çok gezen mi bilir?
İnternet'te
gezen mi, telefonuna haberleri kısa mesaj olarak alan mı çok
bilir?
Gündemi
akıllı telefonuna indirdiği uygulamalarla izleyen mi, tabletinde
oluşturduğu ağla tüm dünyanın sesini dinleyen mi daha çok
bilir?
Günümüzde
teknoloji ve ulaşımın ulaştığı noktayla dünya algımız,
bilgi sistemleri, sanal gerçeklik ve siber iletişim kavramları
yeni anlamlar kazandı.
Dünyanın
her yerini gezmek artık daha kolay. Okuyarak bilginin derinliklerine
inebiliyorduk. Şimdi herhangi bir bölgenin özelliklerini anlık
fotoğraf, etkileşimli video ve üç boyutlu modellerle orada yaşar
gibi izleyebiliyoruz. Teknoloji geliştikçe belki yeni boyutlar
eklenecek. Sıcaklığı, kokuyu, hareketi, denge ve ağırlığı
bulunduğumuz yerlerden hissedebileceğiz.
Gelişmeler
öylesine hızlı ki iletişim aygıtlarımız her geçen gün
beklenmedik yeni özellikler kazanıyor. Bir zamanlar bulunduğumuz
yerle sınırlı olan algılarımız, farklı kanallardan sürekli
gelen bilgilerle artık sürekli besleniyor. Bunların hepsinin,
içeriği ve biçimi ne olursa olsun gelen tüm bilgilerin sonuçta
birleştiği yer olan bireyin beyninde kişisel beyin duyusu (3)
oluşuyor. Kişisel beyin duyusu bireyin kendini, çevresini, toplumu
ve dünyayı nasıl algıladığını belirliyor. Bunların
birleştiği
toplumsal yaşamda bütünleşen algılar toplamı da düşünce
sistemlerini yansıtıyor.
Sanırım
bu bilgi yağmurunda sormamız gereken şu: "Kendimizi, yakın
çevremizi, yaşadığımız bölgeyi, dünyayı, gitmekte ve
gelmekte olanları yeterince görebiliyor, anlayabiliyor muyuz? Beyin
duyumuz doğru çalışıyor mu?"
2.
Soma Faciası, http://tr.wikipedia.org/wiki/Soma_Faciası
3.
Mehmet Arat, Beyin Duyusu,
http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazar-arsivi/183-mehmet-arat-kaleminden-beyin-duyusu.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder