"Tüfek
icat oldu, mertlik bozuldu. Bilgisayar yaşamımıza girdi, düşünce
emeğinin havası söndü."
Ahmet
Bey (1, 2, 3) pencereden dışarı bakıyordu. Komşusunun
apartmandan çıkmakta olan oğlunu görmüştü. Yazan'ın başı
öne eğilmişti, dünyanın yükü omzunda gibiydi, kamburlaşmış,
gözleri kaldırıma yapışmıştı. Üniversiteyi bitirdiğinden
beri aylar geçmişti, o hâlâ
işsizdi. Ahmet Bey Yazan'ın sıkıntılı yürüyüşüne üzülmüş,
bu sözleri mırıldanmıştı. Günümüzün gençleri sanayi
devriminden sonra işsiz kalan işçiler gibi sokağa dökülüp
bilgisayarlara saldırmasalar da yaşamı kolaylaştıran bilgi
teknolojilerinin, bilgiye ulaşmadaki ve paylaşmadaki değişimlerin
olumsuz etkilerini de fazlasıyla hissediyorlardı. (4,5)
"Zavallı
çocuk. Akıllı, çalışkan, yetenekli, bir türlü yerini
bulamadı. Eskiden onlarca kişinin yaptığı işi şimdi tek
bilgisayarda halledebiliyorlar. Artık çocukluk düşlerinin
gerçekleşmesi ne kadar zor. Onca çabanın sonucunda geldikleri
yere, düştükleri duruma bak."
Ahmet
Bey bir kağıt aldı. "Düşlerin Ölümü" diye bir
başlık attı.
....
"Umutladıklarımızın
içimizden silinmesi olarak bakarsak düşlerin ölümü farklı
biçimlerde gerçekleşebilir. Bir kadın birlikte olduğu erkeğin
gerçek yüzünü gördüğünde tüm beklentileri yok olabilir. Bir
toplumcu insanların ekonomik düzenlerinin değişmesinin ne kadar
zor olduğunu anlayınca çaresiz kalabilir. Ulusal değerleri
bayraklaştırıp yaşamın merkezine oturtan birisi, bunun evrensel
amaçlardan sapmaya ne kadar açık olduğunu görünce çaresiz
kalabilir. Dinin insanları iyiye ve güzele yöneltmesini bekleyen
bir başkası, bunun bile yolsuzluğun ve insanları kullanmanın bir
aracına dönüştüğünü görünce şaşkınlıkla donup
kalabilir."
Yazdıklarına
baktı. Biraz konuyu dağıttığını düşündü. Yine de yazmayı
sürdürdü.
"Oysa
benim sözünü edeceğim düşlerin ölümü daha yalın ve
doğrudan. İletişim teknolojileri geliştikçe bilgisayar ya da
küçük taşınabilir cihazların başında zaman tüketirken, yanı
başımızdaki gerçek düşlerin güzelliğinden ne kadar uzaklaşmış
olduğumuzu anlatacağım. Yitirdiklerimizin bedenimiz, aklımız,
umutlarımız için ne kadar gerekli olduğunu göstereceğim."
Durdu.
Ne söylemek istediğini biliyor, dile getirmenin yolunu bulamıyordu.
Kendini zorladı.
"Geçenlerde
gençlerin toplumda istedikleri yere gelmelerinin her geçen gün
biraz daha güçleştiğini düşünürken aklıma gelmişti. Bir
annenin karnında başlayan yolculuk şanslı olup sokağa
düşmeyenler için sıcak ya da soğuk bir yuvada sürüyor. Günün
birinde ergenliği geride bırakan ve meslek edinen gencin yuvadan
uçan kuş gibi kendine yeni bir yaşam kurması gerekiyor. Ama bu
süreç artık hiç kolay değil. Kim olduğuna, ne yapmak istediğine
karar vermenin sıkıntıları bir yana, toplumsal ve ekonomik
açılardan istenenleri verebilecek herhangi bir meslek edinip iş
bulabilmek bile sırat köprüsünden geçmekten farksız oldu. İster
girdikleri ilk sınavda, ister üniversite kapısındaki uzun
bekleyişlerinde, ister okulu bitirdikten sonra işsiz geçen uzun
aylar, hatta yıllarda olsun, bu durumu gören, hisseden, yaşayan
gençler büyük bir bunalıma giriyorlar. Yaşam anlamsızlaşıyor,
beklentiler siliniyor. Yalnızca umutsuz ve nedensizce katlanılan
bir bekleyiş kalıyor. Yetiştikleri ev kalın duvarlı, pencereleri
parmaklıklı, kapısı çelik ve ağır bir hapishaneye dönüşüyor.
Kendilerini sıkışmış, kaybolmuş, önemsizleşmiş
hissediyorlar. Zamanı gelince yuvadan uçup topladığı ince dallar
ve yapraklarla kendi evine kavuşan bir kuşun özgürlüğünü
yaşayamıyorlar."
Yazan'ın
yürüyüşü, karşılaştıkça gözlerinde gördüğü umutsuzluk,
içinde biriken sıkıntılarla yaşlanmaya başlayan gencecik bedeni
gözlerinin önünde canlanınca onu bir çöp eve benzetti. Birkaç
yıl önce karşı apartmandaki kokuyla ortaya çıkan bu acı olaya
tanık olmuştu. Üst katta yalnız yaşayan adam dışarıdan gelen
ne varsa biriktirip evin çeşitli yerlerine yığdıkça oturduğu
yer yaşanılır olmaktan çıkmıştı. Yazan da üzerine yığılmış
sıkıntıları atamadıkça içindeki çürüme büyüyordu.
"Çöp
beden, çöp ev, çöp yürek. Bir zamanlar insanın peklik sorunuyla
yaratamamanın sıkıntısı arasında bir ilişki kurmuş, belki
bununla ilgili kısa bir yazı da yazmıştım. Genelde sanatsal
yaratım süreciyle doğum arasında bir paralellik olduğu
düşünülür. Oysa yapmak istediklerini yapamadıkça sanatçıların
içine düştüğü durum daha çok peklik sorunu çeken birinin
kıvranmasını hatırlatıyor. İçindekileri zamanında bir yapıta
dönüştürüp dışarıya veremeyince sanatçının birikimi
kuruyor, büzülüyor, sertleşiyor, derinlere iniyor. Bir daha kolay
kolay çıkamayacak hale geliyor."
Bu
düşünce zamanında ona ilginç gelmişti. Oysa şimdi hiç de
şiirsel görünmüyordu. Yine de öyküsünü tamamladı.
"Bedende
ve evde atıkları biriktirmek arasında ilginç bir benzerlik
kurulabilir. İnsanın aklında biriken düşüncelerle yüreğine
çöken duygular paylaşılamadıkları, dışa vurulamadıkları
zaman birikip sancıya, kokuşmaya neden olabilirler. İnsanın
içinde çöp dağları birikebilir, onu tutsak alıp ezebilir."
Böyle
bitirmek istemiyordu. Yazan için bir ışık eklemek istedi.
"Paylaşmaya
başladığındaysa içindeki sertlik yumuşar, yaşam daha güzel
görünmeye başlar. Sıkıntılar birer birer çıkıp uzaklaşır.
Umut büyür. Kendine ve başkalarına bakışın değişir. Bir de
bakarsın yapamadıklarını yapmışsın. Varmak istediğinden bile
iyi bir yere ulaşmışsın."
Yazdıklarını
bir kenara koydu. Yazan'ın bir arkadaşına rastlamasını, kendine
güveni artmış olarak dönüp yeni bir başlangıç yapmasını
umdu.
1.
Mehmet Arat, Bakteriyle Konuşan Adam,
http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazar-arsivi/673-mehmet-arat-kaleminden-bakteriyle-konusan-adam.html
2.
Mehmet Arat, Toplumsal Beyin Ölümü,
http://blog.milliyet.com.tr/toplumsal-beyin-olumu/Blog/?BlogNo=415657
3.
Mehmet Arat, Garantili Zayıflama,
http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/1483-mehmet-arat-garantili-zay%C4%B1flama.html
4.
Mehmet Arat, Bilgisayar İcat Oldu... Google'ın Çaresizliği...,
http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazar-arsivi/252-mehmet-arat-kaleminden-bilgisayar-icat-oldu-google-in-caresizligi.html
5.
Mehmet Arat, Bilginin yabancılaşması,
http://blog.milliyet.com.tr/bilginin-yabancilasmasi/Blog/?BlogNo=356091
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder